22 Kasım 2013 Cuma

kargaların fısıltısı

nasıl da meydan okurdum hüzne, kedere.
nasıl açılırdım gecenin sessizliğine.
karanlık sokaklarında şehrin adeta uçarak gezerdim penceremden
o zamanlar da kendimi sabırlı sanırdım. yeterince ızdırap çektiğime inancım tamdı. bu nedenle korkutmuyordu beni yaşamak, karışıklıklar. fakat her zaman daha fazlası olduğu gibi yine vardı. daha fazla acı, daha fazla ızdırap, daha fazla korku. insanı hiç uyutmayan saçma fikirlere sürükleyen korkular. en zoru da bütün bunlar karşısındaki acizliği ve ezikliği hissetmek. acizlik çok zor, elden bir şey gelmemesi. ondan sonra bir mucize beklemek belki. acılar insanı olgunlaştırır mı bilemem ancak küstahlaştırdığını gördüm.

kesik kesik yazıyorum,
çünkü kafam kesik kesik çalışıyor.
parmaklarım da öyle. idare ediniz.

http://www.edebiyathaber.net/ivan-sergeyevic-turgenyev-cekingen-bir-beyefendi-gozu-kara-bir-yazar/

27 Ekim 2013 Pazar

ölüyoruz ulan görmüyor musun?

karısıyla kızının bile siklemediği, sikik bi çarpma yüzünden acıdan kıvranan, ölümü ensesinde hisseden ivan ilyiç gibiyim. her şey sinirlendiriyor beni, en küçük detaylarda nefrete boğuluyorum. boğuluyorum, çünkü içimde birikiyor bu nefret. oysa dışarda ben;

sakinim.

çok sakinim.

en nefret ettiğim şey de bu belki. orospu çocuğu gibi, şerefsiz gibi, hırkasını bile giymeye üşenen oblomov gibi aşırı sakinim.

The Happening / Be With You

26 Ekim 2013 Cumartesi

keçilerin türküsü

defalarca kez kafamın bulanıklaştığını ve saçmaladığımı düşündüm. bir suçlu aramamayı önceden öğrendim. bir suçlu yok, çünkü ortada bir suç yok. olanlar sadece amatör bir trajedi.


5 Ekim 2013 Cumartesi

anlamak

arada sırada yaşarım bunu.
karşımdaki insanı tam olarak anlamak isterim. o olmak, içine girmek isterim.
bütünüyle onu anlamak.
halbuki insanları çözümlemeye uğraşmak ne kadar salakça bir deneme.
bir insanın başka bir insanı anlaması kesinlikle imkansızdır.

29 Eylül 2013 Pazar

derinlerde kalanlar

2 aya yaklaşıyor neredeyse bu sarhoşluğa benzer halim. yaşıyor muyum, yaşıyorsam ne yaşıyorum, ne kadar yaşıyorum, bunlara verebilecek cevabım yok. halbuki ben acılarını bile farkındalıklı yaşamakla övünen bir insandım ve şunu da anladım ki geçmişimin neredeyse hiç bir önemi yok. sadece şu an var. ve sonrası. 
bu dönemde tanrıyla inanılmaz alçak bir ilişkim var ve bütün puştluk bende. sık sık ona dua etmeyi biliyorum fakat aklımdaki benim kendimi alçak görmeme sebep olan düşünce şu 
tanrıdan isteyince de istemeyince de doğal sürelerde ve hatta benim çabamla daha hızlı olabiliyorsa bazı şeyler; yani isteyince olacaksa o an olmuyorsa neden isteyeyim? aslında sanılanın aksine dertli insanın şüphesiz tanrıya bağlanması daha zor. aşk nefrete ne kadar yakınsa mutlak bir inanç ile isyan da o kadar yakın bence. 

her gün farklı bir ruh hali içerisindeyim. emin olduğum tek şey sadece makul isteklerim olduğu. normal yürümek ve normal bir sol el. peki bunları kimden istiyorum? 
zaman zaman doktorlardan, zaman zaman tanrıdan. bana bunları vermemekte ısrarcılar. 
kemoterapi denilen bir tedavi yöntemi var. bence modern tıbbın ayıbı. 2013 yılında bir takım kişilerin dünyanın geri kalanıyla taşak geçme şekli. bir insanı yaşarken yavaş yavaş öldürmeye teşebbüs etmekle eşdeğer. 2 yazdır planladıklarımın başıma yıkılmasını izliyorum. daha sonrası yani geleceğim için, benim başıma daha çok iş açan, anlaşamadığım bir şey var kafamda. oraya ne zaman, neden yerleşti bunu bilmiyorum. ama eninde sonunda gidecek. durmakta bu kadar ısrarcı olmasını da anlayamıyorum benim pis bir beynim vardır, örümcekli. 
diyeceğim şu ki dünyadaki düzenle ve insanlarla sorunlarım var ancak yaşamayı bir çoğunuzdan çok seviyorum ve ben yaptığım işlerde üstlerde olmak isterim. yani iyi yaşamalıyım. kast ettiğim maddi bir iyi hal sanılmasın. ben güneşin doğuşundaki sokakların sessizliğini de kaçırmayayım bir festival alanındaki gürültüyü de. insanlari uzaktan izleyip onlara hikayeler, diyaloglar yazayim. sevgilinin gülüşünde dudaklarının kenarlarında aşkı yakalayayım, dostumun derdine ondan çok içim yansın, annemin dizine başımı koyup saatlerce ağlayayım, babamdan öğreneyim çocuk büyütmeyi. güveni ağabeyimin omzunda bulayım. işte ben yaşamayı böyle seviyorum. hal boyle iken bir seylerin beni kisitlamaya calismasi dayanilmaz oluyor. 
peki soruyorum sana;  benim ve sevdiklerimin 1 yildir verdigimiz mucadele yetmedi mi? ne zaman yetecek? daha ne kadar acı gerekiyor? çünkü benim/bizim hala dayanacak gücüm, gücümüz var. 





28 Ağustos 2013 Çarşamba

durum raporu

Pazartesi günü değişti kemoterapi ilacı. Nöbetten önce kullandığımız ilacın yetersiz olduğuna karar verdi doktorlar. Yeni ilaç daha ağır ve doğal olarak yan etkileri daha fazla. Bu gece saatlerdir ateşi 40 dereceye yakın seyrediyor. Büyük ihtimalle bir enfeksiyon kaptı. Yoğun bakıma gitme ihtimali bile vardı. Durumun ciddiyetini anlamanız açısından yazıyorum bunları.

Oluk oluk insan geldi hastaneye, adamda öyle bir çevre varmış ki bu macerayla tecrübe etmiş olduk. Emir de hiçbir şeyi yokmuş gibi herkesle görüştü, öpüştü, sarıldı. Ama bu saatten sonra bunu değiştirmek zorundayız.

Emir'i biraz olsun seven herkesten rica ediyorum, bi süre ziyarete gelme olayını tamamen bırakmalıyız. Bağışıklık sistemi yeterince güçlü değil, hepimiz bir tehdit sayılırız şu an onun bünyesi için. Bu konuda hepinizden destek rica ediyorum. İnternet üzerinden ulaşmanız çok daha faydalı olur bizim için. 

Biliyorsunuz bir buçuk seneden daha uzun bir süredir çok büyük bir savaşın içindeyiz ve kaybetmeye hiç niyetimiz yok. (kaybettik)

Bu süreçte yanımızda olan veya olmaya çalışan herkese çok teşekkürler.

Hoşçakalın


Rahatlatma editi: Ateşini 38 derecenin altına düşürebildik sonunda.




21 Ağustos 2013 Çarşamba

Merhabayın

Merhabayın;

naber lan? 
ben hiç iyi değilim. 

pazartesi 1 hafta oldu hastahanede. 
bayramın ilk günü yaklaşık 45 dakikalık bi nöbet geçirdim. 
36 saat baygın kaldım. ve şimdi adam gibi yürüyemiyorum. 

artık çok sıkıldım insanlara geçirdiğim rahatsızlıkları veya zorlukları anlatmaktan.
o yüzden artık hikayeler anlatıyorum veya hayallerimi.
o tepeme yıkılmakta ısrarcı olan fakat benim inatla tekrar kurduğum hayallerimi.

eskiden onların hayal değil, plan olduklarını iddia ederdim.
kendine güven denilen şey bu olsa gerek.
daha sonra bi şeyler oldu ve ben anladım ki bazen senin yaptıklarınla alakası olmayan engeller çıkabiliyor karşına.
ve bu engeller her koldan;
sanki ağzına sıçmaya yemin etmiş gibi saldırabiliyor.
pek bir şey yapamıyorsun.
izliyorsun biraz,
bazen küfrediyorsun,
bazen sığınıp yalvarıyorsun,
bazen isyan ediyorsun,
sonra sıkılıp izlemeye devam.
zaten acıların herkese kattığı şey bu değil mi veya götürdüğü?
bir tepkisizlik hali.
tepki vermeye güç bulamamak,
ihtiyaç duymamak,
bir sessizlik,
ardından yalnızlık belki.


1 Ağustos 2013 Perşembe

bordo masallar

sahne degisir, dekor degisir, kostumler degisir, makyajlar tazelenir, maskeler duser, isiklar kapanir, mumlar yanar, oyuncular gider, ben yine balkonda kahvemle sigarami icerim; kafamda ayni roman doner durur, ayni melegin kanatlari altinda.
bir curcuna, yersiz telas almistir onlari. 
ben ceketimi alip ceker giderim sessizce arkalarindan, 
bazilari farkeder sadece isiklarin sarhos eden karmasasindan arkadan gecen siluetleri. kirginliklarina basmadan yururum onlarin, bütün çirkinliklerinin uzerinden atlayarak, sakince. melek benimledir. kanatlari yoksa da kafamda anlatir durur. kapatirim gozlerimi, gozlerim olur. uzanmaz ellerim her yere; ellerim olur. gozlerim kapanir, isigim olur. bazen ayaklarim birbirine dolanir da duserim, tutar kaldirir. 
anlamaz onlar ne oldugunu. bir curcuna, yersiz bir telas almistir onlari. bazilari farkeder, gorur sadece anlami. anlamsizlikliklarin arasinda gizlenmis olani. 
onlar uyur, ayakta uyur, raksederek uyur. ben aksayarak yururum aralarindan. yanimda melek, kafamda ayni roman..

31 Temmuz 2013 Çarşamba

adam hababam koyuyordu

"adamın kafası hep doluydu.
akıp gidecek, otursa su olup dökülecek neler vardı kafasında.
gerçekte 1 yaşanıyorsa, yaşıyorsa kafasında 100 yaşardı o.
adam anlatırdı bol bol, dili ve yüreği döndükçe.
samimiyeti hissettiği yerde anlatmaya çalışırdı.
merak da ederdi hep, karşımdaki ne anlıyor diye.
onun için seçilmiş kelimelerle, kendi ürünü olan "yansımaları" anlatmak çok zordu.
belki de yeni bir dil oluşturmalıydık, kendi kelimelerimizle.
zamanını kötü geçirmedi aslında, kendisine ve çevresine faydalı olmaya çalıştı.
bi takım sebeplerden dolayı belirli noktalarda destek olamadığı insanlara mental olarak bir yol açıp, yardımcı olmaya çalıştı.
anı yaşamıyordu.
ama bu alışılagelmiş kalıp olarak kullanılan anlamda değil.
kafası başka yerdeydi onun.
kendi geleceğini, planlarını, geçmişini yaşıyordu bedeninin bulunduğu her mekanda. 
onun için mekan ve zaman sadece ayrıntıydı.
zihni her an her yerdeydi. 
ve o bedenini gezdirirdi bol bol.
ona bir sigara ikram eder, bir dolaşırlardı.
bedeniyle anlaşmaya çalışırdı.
genelde güzel karşılık almazdı, ama yılmazdı.
seviyordu onu.

"rağmen" leri vardı.
"keşke" lerinden çok daha fazla.
hayatı bilinmeyen "rağmen"lerle doluydu.
ve kendisinin bile sayamadığı psikolojik muharebelerle.
çoğu zaman kendisi bile takip edemeyip, sadece salardı zihnini bulantılarının ve tilkilerinin üzerine.
ne de olsa hep bırakmıştı ve bir şeyler gelişti."

sevginin gücünü ilk farkettiğimde kulaklarım patlarcasına bir sarhoşluğa ve ruhsal baş dönmesine kapıldım. bu dönem; gitgide kendimi tanımam ve kabullenmemin tepe noktalarına da denk gelen bir dönemdir aynı zamanda.
abim bana doğruluğundan emin olmadığım ve umrumda olmadı şekilde Tolstoy'u anlatmıştı. hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan ve 82 yaşında evini terkedip bir tren istasyonunda donarak ölen, en büyük Rus yazarlardan biri olan bu adam, insan ne ile yaşar sorusuna "sevgi" cevabını vermişti, beni destekleyen bir "taşaklı" bir adam olması da rahatlatıcı tabi.
ben kişisel gelişimci, spirütüalist,poszitif enerjici veya 'secret' cı değilim, karıştırılmasın.
kendi sevgime odaklanmak, kişilerden, bedenlerden, olgulardan ve durumlardan aranıp en temel duygu olan sevgiye kilitlenmekten bahsediyorum.
insanlarda 21. yüzyılında her alanda getirmiş olduğu anlamı "somutlaştırma" ve "daraltma" hastalığından kurtulup, hissedileni apaçık yaşamak ve ona odaklanmak..




kayıp

Vladimir Leonid; sol bacağındaki ilk ağrıyı farkettiğinde evine giden yoldaki uzun sokaklardan birine yeni girmişti. şimdi önünde uzun bir sokak duruyordu. yolun sağ tarafında şehirde aldığı maaşı hakeden ve çalışan tek insan grubu olarak gördüğü belediye işçilerinin açtığı çukurlar vardı. zaman zaman işçilerin koyduğu tahtalara basarak çukurların üzerinden dengesizce geçip gidiyordu. az sonra karşısından gelen bir silüet farketti. yaklaştıkça 25 yaşlarında kendisi gibi genç bir adamın az sonra yanından geçip gideceğini anladı. gece saatlerinde yanından tehlike oluşturabilecek biri geçeceği zaman her zaman yaptığı gibi ellerini iyice paltosunun cebinin derinliklerine soktu, omuzlarını kaldırdı, başını öne eğdi. uzun sarı saçları çenesine kadar dökülüp yüzünün yanlarını kapatıyordu. bu şekilde kendini güvende hissediyordu. o kafasında binlerce vurdulu kırdılı senaryo kurarken adam geçip gitmişti. biraz daha yürüdükten sonra sokağın sonuna gelmişti. bacağındaki ağrıyı tekrar hissetti, hafif aksıyordu. yürümekten çok sıkıldığını farkedip, hızlıca evine gitmek istedi. adımlarını hızlandırıp, daha hızlı ve daha aksak bir şekilde evin yolunu tuttu. az bir yolu kalmıştı. yaklaşık yarım kilometre sonra evinin olduğu sokağa çıkacak olan parka girdi. yol boyunca banklar olan ve iyi aydınlatılmış yürüyüş yolunda yürümeye devam etti. ilerideki banklardan birinin üzerinde dikdörtgen şeklinde bir şey olduğunu farketti. banka doğru ilerledi. onun bir sigara paketi olduğunu ve eğer içinde sigara varsa alıp almayacağını düşünürken; yaklaştıkça onun sadece bir kağıt parçası olduğunu farketti. gidip kağıdı eline aldı.

"Vyacheslav'ın Resim Atölyesi"
 Novinsky Bulvarı No:14

yarın burayı ziyaret etmeye karar verip, kartı yavaşça paltosunun iç cebine koydu.


22 Temmuz 2013 Pazartesi

masa

Bizim masada bira olurdu, şarap olurdu, rakı olurdu, sigara olurdu, çay olurdu.
Bazen de hiçbiri olmazdı. Olmasındı da zaten, bunlar ayrıntı sadece.
Masada insanları birbirine bağlayan sadece kalpten kalbe bir yoldu, görünmeyen.

Bizim masada samimiyet olur.
İnsanları birbirine ve o masaya bağlayan temel şey sevgi olur.
Bizim masada çıkar olmaz, olmayınca çatışmaz da. 
Gözyaşı olur, kahkaha olur. Bunlar arka arkaya gelir.

**

Bizim olayımız budur moruk.
Zaman, mekan eskimiş bi teybin volume ayarlama tuşu gibidir, kayar ayaklarımızın altından.
Stockholm'de uyanırız, St. Petersburg'da kahvaltı eder de geçeriz Manisa'nın bir köyüne. Yeni Zelanda'ya gitmek isterken göt altına giden Servet-i Fünun'cular gibi.
Vegas ışıklarında ağzımızda Jager tadı varken buluruz kendimizi Bambi'de 2 ıslak hamburger yerken.
Ömer Hayyam'ın elinden şarabını kaçırıp Henry Ford'a ikram ederiz. Stalin'in Lucky Strike'ının son dalını alıp Balzac'ın bana pişirdiği kahveyle içerim ben. memur Kovalev'in bir sabah ansızın kaybolan burnu Atılgan'ın cebinden çıkar. 
Meursault vurmaz arabı hatrımız için. 


edit: yazıdaki hataları bi düzeltiver birader.
edit2: yazım hatası mı? hani, nerede? o aynı anda her yola giden kafan yüzünden parçada bütünlükten bahsedemiyoruz fakat emir bey.

7 Temmuz 2013 Pazar

3

kritik saattir 3.30.
gecenin dönüm noktası.
karanlık, çirkin, tehlikeli silüeti düşer şehrin, sokakların.
hayvanlar harekete geçmeye başlar.
3.30 a kadar tepelere tırmanan karanlık, yavaşlar.
kritiktir 3.30
3 sayısı hep ilgimi çekmiştir.
muhafazakar bir ailede büyümenin getirdiği dini bi takım algılar -allahın hakkı 3tür değil lan- da olabilir bunun sebebi, 3'ün tek sayı olması da. tek sayılar gariptir. çift sayılar öyle değil mesela. çift sayılar daha samimi, daha bizden, daha babacan.
çift sayılar abim gibi. güvenilir. tek sayılar ben gibi. daha piç. daha köşeli. tam olarak böyle.
mesela 10'u kim sevmez? 10 tam puandır. 10 sevimlidir.
9 ibnedir.
8 sevimlidir. oval bi kere.
7. tipe bak mınakoyim. tırpan gibi. azrailin elinde tuttuğu boklu şeye benziyor.
10 sensin ağabey, 9 ben.
8 de sensin, 7 ben.
6 ya bak mesela. 6 da sensin lan.
hem bak ters çevirince 9 oluyor. ben oluyorum.
yarasa gibi. ters durunca ben oluyorum. yarasalar geceleri mi ters duruyordu?
yarasaların amına koyayım. -özür dilerim matmazel bazen sadece küfür etmeden duramıyorum-
5 var mesela. 5. yarım. 10 tam, 5 yarım.
sonra 4. dört dörtlük diyolar. bi de 4x4 var. yine faydalı, sevimli.
neyse işte, tek sayılar ve çift sayılar.
7 ye takıldı aklım.
sonrasında da azraile.
saat 03:36.
gecenin karanlığının son anları.
içine dertlerimizi, sıkıntılarımızı, hayallerimizi, sıvılarımızı akıttığımız karanlık sokakların aydınlanmaya başlayacağı saatlere yaklaşıyoruz. bi süre sonra saklanamayacak kötülükler, güneş tüm çıplaklığıyla ortaya serecek her şeyi.
kahvem bitti. sigara yakamıyorum.
durmuyor parmaklarım. uzun zamandır yazamıyordum.
"cümleleler kuramazken dün, bugün sözlükler kusuyorum"
zihnimden odamın her köşesine fışkırıyor düşüncelerim.
saldırıyor hamam böceklerim tüm deliklere ve tekrar geri geliyorlar.
yazıyorum. zihnim akıyor ekrana. parmaklarım, ah benim zayıf parmaklarım. tutmayan ellerim - bi ara -
1 yıl sonra sol elimle ilk sigara içişimi hatırlıyorum.
ilginç bir gecede ilginç bir yazının ortasındayız kardeşim, dostum, sevgilim, matmazel, anne, baba.
beni seven veya herhangi bi sebepten ötürü bu yazıyı hisseden, kimsen.
garip bir an yaşıyorum.
şu son dönemde, kendimi daha çok var ettiğimi hissettiğim şu dönemde, hayatımda en çok sevdiğim şu dönemde, hayatımda en çok kafa yorduğum şu dönemde yazmak çok istedim.
yazamadım. şimdi müzikle birlikte kendimden geçerek yazıyorum.
hamam böceklerim fışkırıyor kulaklarımdan, burun deliklerimden.
dikkat edin, üstlerine basmayın.

-müzik bitti, kahve bitti.
saat 03:46.
ben bitmedim.
daha yeni başlıyoruz.

11 Haziran 2013 Salı

atıyorum, tutamıyorum.

Merhabayın.

beni ayakta tutan tek şeyin edebiyat ve muhabbet olmasına rağmen pek yazmıyorum şu son dönemde. ancak görüyorum ki bu bloğu takip eden insanlar var ve bu gece yazmamın en büyük sebebi bu. kafamda herhangi bi kurgu yok o yüzden bu sefer biraz hayatımdan anlatıcam. çok olaylı bi şey bekleme, her zamanki şeyler.

şu hayatta önem verdiğimiz nadir şeylerden biridir "samimiyet" ve gün içinde ve bu blogda özellikle koruduğumuz değerlerden de biri bu. zaten ben burayı genelde bir günlükmüşcesine kullandığımdan; sen alışıksın. sinsi gibi; her gün istatistiklere bakıyorum ve okuyan insanlar var.

son dönemde öncesine göre daha sakin yaşıyorum; bunda en etkili olan şey sağlık durumum. çok yürüyememem, çabuk yorulmam. alkolle arayı da açtık, pişman mıyım? asla. hatta garip geliyor böyle bütün gün ayık dolaşmak, sizi de anlıyorum. (tribe bak amk)

ayrıca son 1 ayda iyice gözüme çarpan şeylerden biri de sadece güzel insanlarla muhabbet ederken mutlu oluyor olmam. "muhabbet" önemli aga.

son olaylar üzerine aslında sağlam gözlemleyen insanlar olarak bize yakışan güzel birer özet yazmak olurdu. gezi parkıyla ilgili. ancak biz gerçekten üşengeç insanlarız, yazmadık, yazamadık.

biraz yoğun bir seneyi bitirdim, daha yoğununa girdim. okul değişiklikleri, çeşitli tedaviler vs. yine tam olarak neler döndüğünü ben de anlayamadım ancak iyi kötü bitti. şimdi 2 hafta dershane- 1 ay tatil- sonra yine dershane, sonrası malum. bakalım bunun içinden nasıl çıkıcaz.

gel bi kahve yapayım sana.
otur şöyle, güzel bi şarkı açıp hayallerimizden konuşalım.
sevdiklerimizden, yaralarımızdan.
sanki bize karşı hissedilen her şeye aynı şekilde cevap veriyormuş gibi bizim insanlardan bunu bekliyor oluşumuzdan konuşalım,
bir günde isteklerimizin, heveslerimizin nasıl değiştiğinden.
kahveler biter, çaya geçeriz.
sırayla koyalım çayları, ilkler benden.
koyalım masaya planları, hayalleri, anları, sarhoşlukları.
dürüstlüğün tadını sonuna kadar alalım.
ortak bir dil tuturmaya çalıştıkça anlaşamayacağız aslında, boşuna tüm bu çabalar.
ben sana beni nasıl anlatabilirim ki başkalarının seçtiği kelimelerle?
hepimizin kelimelere yüklediği anlamlar farklıyken,
ne hissettiğimizi kendimiz tam anlayamıyorken,
anlaşmaya çalışıyoruz.
komik miyiz neyiz biz ya :)))

not: blogla ilgili varsa yorumlarınızı mutlaka iletin


20 Mayıs 2013 Pazartesi

2804 #2

burasıydı. tam olarak 8 gün önce, her şeyin başladığı yer. yavaş hareketlerle çöp konteynırlarının yanına yanaştırdı arabayı. aynı yavaşlıkla motoru durdurdu. elini beline attı, glock 34'ü olması gereken yerdeydi. mermilerini saymayacaktı. en son, yine aynı yerde 7 mermi harcamış olmalıydı, buda hala şarjöründe 10 mermi olduğu anlamına geliyordu. bugün silahını kullanmak istemiyordu. yavaşça kapıyı açtı, ayakkabılarını iyice bağladı. indi, yanındaki büyük depoya yöneldi. tam 8 gün önce yaptığı şeylerin aynısını yapacaktı. aynı sahneyi yaşamak ayaklarından parmak uçlarına kadar bir sıcaklık dalgasının yayılmasına sebep oldu. hayır bi şey eksikti, arabaya hızlıca geri döndü. direksiyona oturup torpido gözünü açtı. iki gün önce aldığı 70lik Olmecayı aldı, kapağını ağzıyla açtı; yaklaşık üçte biri duruyordu. tekiladan büyük bir yudum aldı. yuttu. arkasına yaklandı, içkiyi yavaşça boğazına gönderdi. yavaş yavaş boğazından midesine giden tekilanın boğazında bıraktığı yanma hissi canlı hissettiriyordu ona. ve en sonunda midesindeydi. kalanını da bitirip şişeyi yere attı, indi. hızlı adımlarla depoya döndü tekrar. kapıyı net görebiliyordu, 8 gün önce kırdığı kilidini de. o gün olanlar aklına gelince, beyninde bi yerlerde bi şeyler koptu. hefesi hızlanıyordu, bu ani sinir atağı nereden çıkmıştı? kapıya yaklaştı. durdu. gözlerini kapattı. 2-3 saniye durdu. aniden kapıya şiddetli bi tekme attı. saat 16 civarı olmalıydı, depo hala aydınlıktı. her şey aynıydı. 8 gün öncesiyle. onunla konuşmaya çalıştığı tahta masa, devirdiği tahta iskemle. her şey aynı yerdeydi. ondan önce buraya gelemeyeceğini biliyordu, çünkü hala komadaydı. masaya doğru yürüdü. yerdeki kurumuş kan lekesi, onu rahatlattı. onun en azından bir süre fiziksel olarak ortalıklarda olamayacağını bilmek rahatlatıcıydı. ama beyni hala çalışıyordu. dünyada kendisine rakip olarak görebileceği hatta kendisinden daha zeki insanlar tanıyordu, fakat hiçbiriyle yüzyüze gelmemişti. neden gelsinlerdi ki? anlaşamayacakları ne olabilirdi? ama bu adam farklıydı. bu adam tıpkı onun gibiydi. paylaşamadıkları bir şey vardı. bir kadın. ona dokunduğunu düşünmek ellerinin titremesine yetiyordu. ama hayır, bu olmayacaktı. buna emindi. her şeyini, sahip olduğu her şeyi harcaması gerekse bile buna izin vermeyecekti. sadece 2 mm sola nişan alsa, şu an birasını yudumlayıp sigarasını içiyor olabilirdi huzur içinde. o mermi sadee 2 mm sola gidip, o beyindeki yerini açsaydı eğer, huzura kavuşabilirdi. bunları düşünmekten vazgeçip, almaya geldiği şeyi aramaya koyuldu. aradığı siyah bir sırt çantasıydı. çantayı burada bırakmak zorunda kaldığını ve almaya gelemeyeceğini biliyordu. çünkü çantasının yanında olduğunu kimse bilmiyordu. bulması çok uzun sürmedi. deponun üst katında, aşşağıdan görülen sıralı kapılar vardı. yukarı çıktı. 8 gün önce burda olduğu süre boyunca dikkatini çeken yeşil kapıyı açtığında karşısına çıkmıştı. neden bu odada beklemişti onu? neden bu kadar benziyorlardı? buna hiç anlam veremedi. çantayı aldı. masaya geri geldi. kurumuş kan lekesine yaklaştı iyice, tadına bakmak istiyordu. baktı. bu hareketinin derin bi psikopatlıktan gelip gelmeyeceğini düşündü. sadece merak ettiğine karar verdi. bu herhangi birinin kanı olabilirdi. sadece tat meselesiydi. doğruldu ve hızlıca girdiği kapıdan çıktı. arabada çantayı açtı. bir sürü evrak vardı. bunları tek tek incelemek uzun sürecekti, bu iş muhtemelen abisine kalıyordu. kendi işleri için 1 ay kadar ayrılmaları gerekmişti. bu sırada en azından bu tür ayrıntıları halledip ona destek olabilirdi. çantanın her deliğini ayrı ayrı aradı. işe yarar bi şey yoktu, ama güzel bir sigara tablası buldu. mutlaka işe yarar bi şeyler çıkacaktı bu çantadan. onun büyük planını yakalayabileceği bir şey. çantayı daha rahat bi yerde inceleyecekti. elindeki tablayı açtı. bi sigara yaktı. 8 gün önce kokusunu beğendiği tütündü bu. şimdi çalışacak sakin bir yer bulup, biraz düşünmesi gerekiyordu. o nerdeydi acaba? kestirmesine imkan yoktu. onun nerede olduğunu hiçbir zaman tahmin edemedi. bunu düşünmemeye karar verdi. 5 dakika sonra otoyola çıkmıştı. Stockholm'e yaklaşık 200 km yolu vardı. bu da yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuk demek oluyordu. hızlandı.

12 Mayıs 2013 Pazar

20 dakika

eğer yaşamak istiyorsa hemen şimdi kusması gerekiyordu.
henüz yeni içmiş olduğu yarım şişe viski kanındaki kemoterapi ilaçlarıyla karıştığında ya şu an olduğu yerde, bir çöp kutusunun yanında ölecekti; ya da komaya girecekti, yoldan geçen biri ambulansı ararsa hastahanede uyanacaktı.
" güzel bir kumar, ben büyük oynarım " dedi, sırıttı.
yaklaşık 20 dakikası kalmış olmalıydı. sonrasını hatırlamayacaktı.
mutluydu.
özgür hissediyordu.
bu çirkin gezegende beynine ve hislerine tecavüz etmelerine izin vermeyecekti daha fazla, ölse de, yaşasa da. kararını vermişti.
tekrar sırıttı.
insanların yavşaklıklarına daha fazla katlanmak zorunda olmaması ihtimali onu mutlu ediyordu.
hastahanede uyansa da, bu zevki kendine tekrar yaşatacaktı.
sadece ilaçları hastahaneden çalmak zor olmuştu.
sabah takım elbiseyle girdiği hastahaneden gece ilaç çalmak garip bir tecrübeydi.
içerideyken o sevmediği banko çalışanının da bilgisayarını tekmelemişti.
bir ses duymasıyla, kafasını kaldırması bir oldu.
bir çift gelmişti, onun olduğu ara sokağa.
" hangi gavat sevgilisini böyle pis bi yere getirir?" diye düşündü.
halbuki dünya bu gavatlarla doluydu.
arada bir onlara bakıyordu.
çok hararetli bir ön sevişme yaşıyorlardı.
 iki sevgili, bir çöp kutusu, kendisini buraya getiren park halindeki 71 model Chevrolet Impala'dan başka hiçbir şey olmayan bu ara sokakta ölme ihtimali, onu heyecanlandırıyordu.
20 dakika geçmiş olmalıydı.
ayağa kalktı.
ışıklar adeta dans ediyordu.
önce birbirlerine yaklaşıp, karışıp, sonra tekrar ayrılıyorlardı.
uzun zamandır koşuyormuş gibi atıyordu kalbi, nefesi hızlandı.
başının arkasından bir kesik açılmışcasına bir ağrı yavaş yavaş öne doğru geliyordu.
vaziyetin çok boktan olduğunu anlaması uzun sürmedi.
anın tadını çıkarmaya karar verdi.
kulaklarında bir basınç hissetti.
sonra tiz bir ses.
bu ses dayanılmazdı.
bağırmaya başladı,
yırtınarak bağırırken kulaklarını tutuyordu.
sesi kesildiğinde, acısı da biraz dinmişti.
çok sürmeden,
biraz sallanarak,
yere yığıldı.

dipnot: yorumlarınız önemlidir. okuyunuz, okutunuz, yorum yapınız.

28 Nisan 2013 Pazar

2804 #1

gözlerini açtı.
her zamanki, sadece zaman geçsin diye uyuduğu uykulardan farklı olarak bu sefer bedeni gerçekten yorgun düşmüştü.
uyandığı odayı inceledi, koyu yeşil duvar kağıtları, sarı klasik işlemeler.
akşam buldukları, sevişip uyuyabilecekleri ilk yere gelmiş olmalılardı, gülümsedi.
yoğun alkol banyolarından sonra beyni onu yine güzel bi yere getirmişti, kendisini tebrik etti.
derin bir nefes aldı.
kafasını yana çevirdi.
her zamanki güzelliğiyle uyuyordu o, saçları alnına düşmüş.
gülümsedi.
yaklaştı, yüzüne düşen saçları kulaklarının arkasına aldı.
yaklaştı, kokladı.
bu koku, tanıdık.
içine çekti onu, o uyurken.
doğruldu yavaşça, yorganı çekti ona doğru.
bu uyku ona gerçekten iyi gelmişti. İstanbul'dan ayrıldıklarından beri (yaklaşık 3 gündür) uyumaya fırsat bulamamıştı.
telefonu çaldı:

- 10 dakika sonra kapıda ol.

hayatta itaat edebildiği tek ses buydu. kapattı.
karşı koltuktaki pantolonunu tanıdı. hızlı bir şekilde giyindi.
pantolonu, tişörtü, silahı, ceketi, ayakkabısı.
ceplerini kontrol etti; sigara, zippo, sakız.
her şey tamamdı.
onun yanına gitti.
"gidiyorum. seni de bırakayım mı?"
10 saniye kadar ayılmasını bekledi.
en güzel 10 saniyelerinden biriydi.
"double ekspresso ve yağsız peynirli sandviç"

odadan çıktı.
resepsiyondaki suratsız adam ona kafasıyla çirkin bir selam verdi. elindeki bir şeyi ona uzatıyordu. yaklaştı, kendi resminin olduğu bir pasaport. iğrenç bir isim.

dışarı çıktı, bi Camel yaktı. köşeyi dönen Mercedes'i tanıması zor olmadı.
araba önüne yaklaştı. kapıyı açtı, bindi. torpido gözünün kapağındaki kan lekesi dikkatinden kaçmamıştı.

-bu sefer çok kötü isim seçmişsin oğlum.
+benimki daha kötü.
-bakayım.

"Evgeny Grinko"

temizinden bir kahkaha attı.
sarıldılar.




3 Nisan 2013 Çarşamba

Bazıları

Evet, evet farkettim bunu.
Her farkettiğimde de gitmek istedim.

Bazı insanlar aile kurmaya önem verirler. Yani buna değer verirler.

Bazılarıysa başka bi takım şeylere değer verirler.
Bunlara değer verirken,
niye değer verdiğini düşünmez bile toplumun içinde erimiş olan birey.

13 Mart 2013 Çarşamba

sen her kimsen

bazen öyle anlar geliyor ki;
dönüp baktığımda arkama,
bu kim diyorum?
kendime çizdiğim sınırlara ve kendime biçtiğim değere ne oldu?
acizliğime yanıyorum,
dalgınlığıma,
gençliğime,
aceleciliğime bakıyorum acıyan gözlerle.

farkediyorum kendimi nasıl bir bataklığa soktuğumu,
çıkış yolumu biliyorum, önümü görebiliyorum.
öyle soğukkanlı,
öyle hesaplanmamış.
ve bir o kadar net bir kaza.

şimdi sen gelsen,
öyle bir çarpsan ki bana;
düşsek beraber, asfaltı yalasak.
dibi görüp, en çirkinini görüp beraber düzeltsek birbirimizi.
beraber yürüsek milyonların kirlettiği pis, bir o kadar da gerçek olan sokaklarda.
ve bir gün gitmek istediğinde, sessizce ayrılsak birbirimizden.
yüzümüzde ufacık gülümseme, vicdan rahatlığının verdiği dayanılmaz hafiflikle süzülsek kendimize doğru.
sen gelsen,
sen her kimsen,
gelsen ve tutsan elimden,
yağmurdan sonra beraber koklasak toprağı,
beraber bağırsak, akıtsak tüm zehrimizi yeryüzüne.
temizlensek.
sen gelsen,
sen her kimsen,
olduğun gibi gelsen.
üzerine ince bi şeyler alıp,
ekmek almaya gider gibi uzaklaşsak bedenlerimizden,
havada tekrar buluşsa ruhlarımız.
tamam olup geri dönsek kusurlu bedenlerimize.

bu kırmızı sularda yüzmesek artık.
ben kafamın içindeki mağaraları dolaşırken,
eşlik etsen bana inceden.
sen her kimsen;
gelsen olacak gibi.
sanki.

5 Mart 2013 Salı

dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür

prensip olarak mutsuz adamlarız. böyle yaşadık, buna alıştık. insanların yanında keyifli olmaya çalıştık. başbaşa kaldığımızda ya sustuk ya içtik ya da tartıştık. pek fazla anlaşamadık. hiç ayrılamadık. karda kışta dolaşmayı sevdik hep. buzda kayıp düşerken tek derdimiz elimizdeki bira oldu. sevdiklerimize sonuna kadar sahip çıktığımızın en büyük kanıtı. çok fazla "ben" diyemedik, pek de sevmedik zaten. "biz" olduk hep. cümlelerimiz genelde çoğul, hep biraz küfürlü oldu. insanın illa bir şeylere anlam yüklemeye ihtiyacı varsa biz birbirimize yükleriz dedik. yükledik. ağırdı ama çok da sorun değildi. ne de olsa çocukken annemin pazardan aldırdığı karpuzu poşetin uçlarından tutup birlikte taşırdık. alışkınız.

kendinden bahsetmek. insanoğlunun iflah olmaz hevesi. anlatamayacağını bilip de çırpınmak, bu böyle olmayacak.


11 Ocak 2013 Cuma

gelmiş bulundum



şiirler yazdım, kitaplar okudum
elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
derinlerde kaldım böyle bir zaman
kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.


                                                               Edip Cansever