30 Ocak 2020 Perşembe

hayatta bazı eksiklerin asla dolamayacağını öğreneli biraz zaman oldu, seni görmeyeli de bir hayli.

16 Haziran 2015 Salı

meraklısına not

Emir Baş adlı yazarımız bu iki kişilik samimi mecramızda uzun zamandır yazmamayı tercih ediyor ve büyük ihtimalle (baya büyük) bu tercihini değiştirmeyecek. Onun yazmadığı bir blogda ben ne bok yiyorum, hala neden kapatmadım diye sorarsanız burayı sadece Emir'in yazıları için tutuyorum derim ben de size. O kadar güzel şeyler yazabilirdi ki neler kaçırdık düşünemiyorum bile.

Sonuç olarak burada artık sadece ben varım, çok hoşunuza giden şeyler yazabileceğimi de zannetmiyorum. Emir'in yazılarını buyrun okuyun, benim bu saatten sonra yazdıklarımı okumasanız da olur, geneli Emir'e yazılıyor zaten.

İyi geceler sevgili okuyucu.

ağrı

Ben dayanılmaz olduğunu düşündüğüm ağrılarımdan utanıyorum Emir. Sen geliyorsun aklıma. O akıl almaz ağrılara karşı gözlerini kapatıp sessizce yatışın, morfini gösterip artır şunu deyişin geliyor aklıma kardeşim. Ben seni çok özlüyorum Emir. Senin gibi delikanlı bi adamı, can yoldaşımı, her şeyimi, yolumu kaybettim ben Emir. Hayatım boyunca birlikte yürüdüğüm adam yok lan. O aksak yürüyüşün bile hoşuma gidiyordu, "yeter ki yanımda yürüsün amına koyayım gerisinin ya." diyordum Emir.

Bi gece sen tuvalete giderken o sese gelip seni duvara tutunmuş halde bulmuştum ya, ben o gece öldüm Emir. Senden önce öldüm oğlum ben. Sen uyurken başında oturup defalarca öpüp umarım birlikte daha fazla günümüz olur diye dua ederken öldüm Emir. Dualarım hiçbir işe yaramadı, aksini beklemiyordum da zaten ama konu sen olunca ben mantıklı düşünemiyorum Emir.

Yine ağrım var, yine beni ağlattın Emir. Sen harika bi adamsın Emir.

İyi uykular canım kardeşim.

20 Nisan 2015 Pazartesi

2004

aklıma sürekli takılan bir şey var. bazen haykırmamak için zor tutuyorum kendimi. bir ansiklopediye eklemeden rahatlamayacağım bunu.

"emir baş bilinen en taşaklı kardeş türüdür. doğada ayık, sarhoş ve genellikle çakırkeyif izotopları bulunabilir. muhabbeti, gülüşü, bakışı aynı türün dişisini hayran bırakır. onunla kavga etmek bile dünyanın en güzel şeyidir. en çok abisini sever ama tabi hayatta her şey karşılıklı, abisi ona tapar. bu nadir bulunan şerefsiz türü korumaya alalım. koruyamıyorsak, hep güzel analım. onu hatırlayınca yüzüne bi tebessüm yerleşsin. çünkü o her şeyle dalga geçerek, 50lik birası ve beyaz leblebisiyle bizi izlerken her adı geçtiğinde sinsi sinsi sırıtıyor. bu blog'u niye yazıyordu zannediyorsun? sen oku diye lan tabii, niye olacak?" 

bu görece kısa hayatımda sahip olduğum en güzel şeydin. hala da öylesin. sen cansın. sen kanımsın.

içimizde yaşıyor derler ya, nerde yaşarsan yaşa sen benim her şeyimsin lan. çok özledim seni. ilk görüşmemizde kıyamet kopacak haberin olsun. sonra yine hiçbir şey olmamış gibi gelip "hadi gezelim aq sıkıldım evde, saturday night lights bro" diye pişkin pişkin konuşacaksın. 

bunlar olacak oğlum, oldurucaz. seni o güzel gülüşünden öpüyorum kardeşlerin en vefasızı.

5 Şubat 2015 Perşembe

0502

yüzünü gören insanlar ne düşüneceklerini kestiremiyorlar, anlamlandıramadıkları bu suratı çok geçmeden unutuyorlardı. tekinsiz bir tipi yoktu fakat yüzündeki, yürüyüşündeki duygusuz ifadeyle korkutucu bir hali vardı. her köşesini ezbere bildiği şehrin karanlık sokaklarından ışıltılı caddelere çıkıyor, bir süre sonra tekrar karanlığa dönüyordu. dolunay, görmeyi bilmeyen milyonlarca insanın gökyüzünde ışığını yansıtıyordu. "o bakardı" diye geçirdi "görmeyi bilirdi o."

Little 15

27 Mart 2014 Perşembe

allah belamı versin öyleydik.

çok güveniyordum gitmeyeceğine. herkesin gidişini tek tek kafamızda kurarken sanki biz hiç gitmeyecekmişiz gibi, aklımdan bile geçmedi en zor sorudan başlayacağımız. niye böyle oldu, neden? bilmiyorum. bunu sormayı çok önceleri bırakmıştık değil mi?

sana mı daha çok koydu beni yalnız bırakıyor olmak yoksa bana mı, bu amına koyduğumun yerinde tek başına kalmak? 

seni o çukura koyabileceğimi hiç düşünmedim. amma vicdansız adammışım. o çukur iki metre miydi yoksa cehennemin dibi miydi oğlum? 

beni gördüğünde çıldıracak gibi oluyor musun? "niye böyle yapıyorsun oğlum" diyor musun? ben diyorum. niye böyle yapıyorsun benim güzel kardeşim? canım. canımın içi.

katlanamıyorum oğlum. birlikte bile zor katlanıyorduk. nasıl katlanayım?

yürüdüğümüz sokaklar, içtiğimiz parklar, ettiğimiz kavgalar, seviştiğimiz kadınlar, hiçbir şeyin planını yapmadan rastgele dışarı çıktığımız günler aklımdan çıkmıyor. 

kendi cenazesini ölmeden önce gören bi adamsın sen. ruh hastasısın amına koyayım. neredeyse tamamını doğru tahmin ettin. herkes ordaydı, bir sen eksiktin be oğlum.

dolaplarının, çekmecelerinin hala anası sikilmiş vaziyette. merak etme, dokunmadım. için rahat etmez çünkü. senin tarafı hala bok götürüyor sorun yok.

bir tek sana bir şey olmasın dedim, bir sen gittin. senin canın sağolsun.

zaten fazla iyiydik oğlum. biz ikimiz, geriye kalan herkes dedik. tanrıyla baş edemedik. olsun o kadar.

haklı, haksız, yerli, yersiz, doğru, yanlış... hepsini baştan siktir ettik diye hesap da soramıyorum kimseye. ne bok yiycem ben şimdi?

oyalanıyorum oğlum. çok pis oyalanıyorum. kimseye katlanamıyorum ama herkesi siktir ettiğimde beni arayıp "geliyorum, nerdesin?" demeyeceğini bilmek öldürüyor beni. bir keresinde sümüklü böceklerle konuşurken bulmuştun beni. baya sarhoştum. oturup devam etmiştik içmeye. hatırladın değil mi? ben de hatırladım. anasını sikeyim o sümüklü böceklerin. onlar bile yalnız değildi.

kafamda dönen senaryolarla hayatta kalmaya çalışıyorum. insan çürür mü oğlum? çürüyor. ben iyiyim de içimde bir şeyler çürüyor. iç organlarım falan. en çok karaciğerim. orospu çocuğu çığlık atıyor "bokunu yiyim yapma abi" diye.

say ama bak. "bu geceyi de çıkardık abi, tamam yeter" falan de. sen durdurmadığında ben durmuyorum biliyorsun.

o heykeli ne kadar çok sevmiştin. sabaha karşı eve dönerken gördüğünde üzerinde zorla fotoğraf çektirmiştin bana. kaldırdılar oğlum o heykeli. sen de gittin o da gitti.

görüşmek üzere canım kardeşim. seni çok seviyorum.




22 Kasım 2013 Cuma

kargaların fısıltısı

nasıl da meydan okurdum hüzne, kedere.
nasıl açılırdım gecenin sessizliğine.
karanlık sokaklarında şehrin adeta uçarak gezerdim penceremden
o zamanlar da kendimi sabırlı sanırdım. yeterince ızdırap çektiğime inancım tamdı. bu nedenle korkutmuyordu beni yaşamak, karışıklıklar. fakat her zaman daha fazlası olduğu gibi yine vardı. daha fazla acı, daha fazla ızdırap, daha fazla korku. insanı hiç uyutmayan saçma fikirlere sürükleyen korkular. en zoru da bütün bunlar karşısındaki acizliği ve ezikliği hissetmek. acizlik çok zor, elden bir şey gelmemesi. ondan sonra bir mucize beklemek belki. acılar insanı olgunlaştırır mı bilemem ancak küstahlaştırdığını gördüm.

kesik kesik yazıyorum,
çünkü kafam kesik kesik çalışıyor.
parmaklarım da öyle. idare ediniz.

http://www.edebiyathaber.net/ivan-sergeyevic-turgenyev-cekingen-bir-beyefendi-gozu-kara-bir-yazar/